Şampiyon Basketbolcu Buğra
Tekerlekli sandalyesine rağmen basketbol tutkusunu asla bırakmayan küçük Buğra'nın masalıdır.

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, küçük bir kasabada Buğra adında yüreği kocaman bir çocuk yaşarmış. Buğra tekerlekli sandalyede olsa da basketbola öyle büyük bir sevgi duyarmış ki, rüyalarında bile basket oynarmış. Her gün pencereden okul bahçesindeki basketbol sahasını izler, "Pat pat pat" diye zıplayan topların sesini dinlermiş. Geceleri yıldızlara bakıp, "Bir gün ben de o sahada parlayacağım" diye hayal kurarmış.
Bir gün, okuldaki beden eğitimi öğretmeni Mete Hoca, Buğra'nın hep kenarda oturup arkadaşlarını izlediğini fark etmiş. "Buğra, neden bizimle oynamıyorsun?" diye sormuş öğretmen. Buğra utangaç bir sesle "Ben de çok istiyorum ama nasıl yapacağımı bilmiyorum" demiş. Mete Hoca gülümsemiş ve "Haydi gel, her yürek basket atabilir" diyerek Buğra'ya turuncu bir top uzatmış.
İlk günler Buğra için çok zormuş. Topu her fırlattığında "Vıııız" diye ses çıkararak potanın yanından geçip gidiyormuş. Bazen arkadaşları "Yapamıyorsun" diye fısıldaşıyorlarmış. Ama Buğra'nın kalbi "Tık tık tık" diye inançla atıyor, "Vazgeçmeyeceğim" diyormuş. Her gün biraz daha fazla çalışmış. Tekerlekli sandalyesini rüzgâr gibi sürerek sahanın etrafında dans etmiş. Zamanla Buğra, topla arkadaş olmuş. Sandalyesini bir ileri bir geri hareket ettirerek öyle güzel atışlar yapmaya başlamış ki, herkes hayran kalmış.
"Şak!" diye ses çıkarıyormuş top potaya her girdiğinde. Parlak gözlü Aras, uzun boylu Kerem ve hızlı koşan Demir bile onu takımlarına almak için can atıyorlarmış. Buğra'nın parmaklarının sihirli bir dokunuşu varmış sanki.
Bir bahar günü, okullar arası büyük basketbol turnuvası düzenlenmiş. Antrenör takımı açıkladığında Buğra'nın adını da gururla okumuş. Tüm okul "Yaşasın Buğra! Heyyyy!" diye öyle coşkulu tezahürat yapmış ki, kuşlar bile alkışlar gibi kanat çırpmış. Buğra o kadar mutluymuş ki, içinde gökkuşakları açıyormuş.
Turnuva günü geldiğinde Buğra'nın yüreği minik bir serçe gibi çarpıyormuş. Annesi ve babası tribünde ona el sallamış. "Haydi aslan Buğra, sen yaparsın!" diye bağırmışlar. Buğra derin bir nefes alıp sahaya çıkmış. İçindeki korkuyu yenip tekerleklerini gururla döndürmüş. "Benim kalbim potadan da büyük!" demiş kendi kendine.
Maç öyle heyecanlı geçiyormuş ki, izleyenler yerinde duramıyormuş. Son saniyeler yaklaşırken takımlar berabereymiş. Top Buğra'ya gelmiş. Salon öyle sessizleşmiş ki, bir yaprak düşse duyulacakmış. Buğra, ay ışığı gibi parlayan gözlerini potaya dikmiş ve topu usulca fırlatmış. Top havada dans ederken zaman durmuş gibi olmuş. "Şıııp!" diye bir ses duyulmuş ve top, ipek bir kumaş gibi filelerden geçmiş. Seyirciler "Yaşşşşaaaa!" diye öyle bir bağırmışlar ki, salonun çatısı neredeyse uçacakmış.
Buğra'nın takımı turnuvayı kazanmış. Kupa kaldırırken tüm arkadaşları onu omuzlarına alıp gökyüzüne yaklaştırmışlar. O gece Buğra yatağına uzanıp gökteki yıldızlarla göz kırpışmış. Artık sadece hayal kuran değil, hayallerini gerçekleştiren bir şampiyonmuş. Ve anlamış ki, gerçekten inandığında ve çalıştığında, tekerlekler bile kanatlanabilirmiş.
Masalımız burada bitmiş. Gökten üç altın top düşmüş; biri hayallere inananların kalbine, biri asla pes etmeyenlerin avuçlarına, biri de bu masalı dinleyip kendi potasına basket atmak için heyecanla bekleyenlerin yoluna düşmüş. Kim bilir, belki şimdi senin yanına da bir top yuvarlanıyordur...
Tepkiniz Nedir?






