Horoz ile İnci
Bir horozun inci bulup değerini bilememesiyle başlayan bir masaldır.
Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, yemyeşil tarlalarla çevrili bir köyde, sabahları herkesten önce uyanan bir horoz yaşarmış. Her sabah “Ü-ürü-üüüüüüü!” diye öter, güneşin ilk ışıklarıyla köylüleri uyandırırmış. Köylüler onu çok sever, “Bizim saatin yerini sen tutuyorsun, horozcuk,” dermiş.
Horozun yaşadığı köyde herkes çalışkanmış ama horozun bir huyu varmış: Gagasıyla sürekli toprağı eşeler, mısır tanesi ararmış. Karnı doyunca keyifle tüneğine çıkar, tüylerini kabartıp “Ü-ürü-üüüüüüü!” diye bir daha ötermiş.
Bir sabah yine yem ararken toprağın arasında bir şey parlamış. Horoz, “Ne ola ki bu?” diye merak edip “Çat!” diye gagasıyla vurmuş. Göz kamaştırıcı bir ışık etrafa yayılmış. “Aaaa, bu da ne kadar parlak böyle!” demiş hayretle. Yavaşça toprağı eşelemiş, biraz kazmış, bir de bakmış ki yerde kocaman bir inci parlıyor!
Horoz bir süre incinin etrafında dönmüş. Güneş ışığı inciye vurdukça gözleri kamaşmış. “Oley, ne güzel bir taş buldum!” diye sevinmiş ama sonra başını yana eğip düşünmüş. “Hımm... Ama bu şey ne işe yarar ki? Ne yerim, ne içerim... Bana mısır gerek, bu değil!”
Bir anlık hevesle bulduğu inciyi “Pıt!” diye kenara atmış. Parlak inci çimenlerin arasına düşmüş, bir yaprağın altında kaybolmuş. O sırada köyün bilge yaşlısı oradan geçiyormuş. Elinde bastonu, yüzünde tatlı bir tebessüm varmış. Horozun bir şey fırlattığını görünce durmuş:
“Ne oldu horoz? Ne buldun da attın öyle?” demiş.
Horoz başını kaldırıp: “Şu parlak şeyi buldum ama işe yaramaz. Ben mısır arıyordum, bu da neymiş? Karnımı doyurmaz ki!” demiş.
Bilge yaşlı adam gülümsemiş. “Ah be horoz! O elindeki sıradan bir taş değil, bir inci. Onu kuyumcuya götürsen bir çuval buğday alırsın!”
Horoz şaşırmış: “Gerçekten mi? Ben onun sadece parladığını gördüm, ama ne işe yaradığını bilmiyordum.”
Bilge demiş ki: “Evladım, herkes bir şeyin değerini kendi ihtiyacına göre bilir. Senin için mısır, insan için inci değerlidir. Ama asıl kıymetli olan, neyin değerli olduğunu bilecek bilgiye sahip olmaktır.”
Bu sözler horozun aklına kazınmış. Günlerce bu cümleyi düşünmüş. “Bilgi... demek her şeyin değeri bilgiyle anlaşılırmış,” diye kendi kendine mırıldanmış.
O günden sonra horoz, bilge adamın yanına sık sık uğramaya başlamış. Her gittiğinde yeni bir şey öğrenmiş. Bilge ona sabrın, saygının ve öğrenmenin önemini anlatmış. Horoz artık sadece sabah ötmekle yetinmezmiş; köy çocuklarına da öğrendiklerini anlatırmış.
Bir gün çocuklara şöyle demiş: “Çocuklar, parlayan her şey altın değildir. Gözle gördüğünüz her şeyin ardında başka bir anlam vardır. Bazen değeri anlamak için kalple görmek gerekir.”
Çocuklar onu çok severmiş. Horozun anlattığı her hikâyede yeni bir ders varmış. “Ü-ürü-üüüüüüü!” diye öttüğünde artık sadece sabahı değil, yeni bir bilgelik gününü de başlatırmış.
Aradan zaman geçmiş. Horoz köyün sembolü haline gelmiş. Herkes onun sabrını, merakını ve öğrendiklerini konuşur olmuş. Hatta köylüler ona “Bilge Horoz” adını vermiş.
O günden sonra köyde herkes bir şeyin değerini öğrenmeden karar vermez olmuş. Bilgi, paylaşma ve merak köyde yayılmış. Her sabah horozun “Ü-ürü-üüüüüüü!” sesiyle birlikte köyde bilgelik yankılanır olmuş.
Gökten üç inci düşmüş:
Biri bilgelik olmuş, çünkü asıl değer öğrenmekteymiş.
Biri masalı dinleyen çocukların kalbine merak olmuş.
Biri de herkesin kalbine bilgiyi arama sevgisi olmuş.
Paylaş
Tepkiniz Nedir?
Beğendim
2
Beğenmedim
0
Sevdim
0
Güldüm
1
Kızdım
0
Üzüldüm
0
Şaşırdım
1
