Dua Eden Kız Masalı
Kuraklık yaşayan bir köyde, küçük Tuana'nın ettiği dua masalıdır.
Bir varmış bir yokmuş, uçsuz bucaksız sarı başak tarlalarının uzandığı, kerpiç evli şirin bir Anadolu köyünde Tuana adında, kalbi sevgi dolu, saçları rüzgarda dalgalanan küçük bir kız yaşarmış. Tuana, yaratılan her şeyi Yaratandan ötürü severmiş. Sabahları pencerisine konan kuşlara selam verir, karıncaları incitmemek için yere dikkatli basarmış. Ancak o yıl, köye uzun zamandır gökyüzünden tek bir damla bile düşmemiş.
Güneş her gün daha da kızgın doğuyor, toprak susuzluktan çatır çatır çatlıyormuş. Dereler kurumuş, ağaçların yaprakları sararıp boynunu bükmüş. Köydeki minik kuzular susuzluktan meleşiyor, çiftçiler gökyüzüne bakıp çaresizce bekliyormuş.
Köyün en yaşlısı ve en bilgesi Hasan Dede, bir sabah köy meydanında herkesi toplamış. Bastonuna yaslanarak, "Evlatlarım, toprağımız suya, kalbimiz duaya hasret kaldı. Yarın hep birlikte tepeye çıkıp Rabbimize el açalım, yağmur duası edelim," demiş.
Ertesi sabah, güneş henüz tepeye varmadan herkes yola koyulmuş. Tuana da en temiz, en güzel mavi elbisesini giymiş, uzun dalgalı saçlarını taramış. Yol kenarında yürürken, boynu bükülmüş, kurumak üzere olan bir papatya görmüş. Tuana dayanamamış, matarasındaki son yudum suyunu içmek yerine, "Sen benden daha çok susamışsın," diyerek çiçeğin dibine dökmüş. Hasan Dede bunu görmüş ve sakalını sıvazlayarak sessizce gülümsemiş.
Tepeye vardıklarında herkes ellerini açmış, yüksek sesle dualar etmeye başlamış. Ama güneş o kadar yakıcıymış ki, bir süre sonra bazılarının umudu kırılmaya başlamış. "Bugün de yağmayacak galiba, gökyüzünde tek bir bulut bile yok," diye fısıldaşmalar başlamış.
Ama Tuana pes etmemiş. Kalabalığın biraz uzağındaki büyük bir taşın üzerine oturmuş. Ellerini açmış, gözlerini kapatmış ve kalbinin en derininden gelen sesle fısıldamış:
"Allah'ım, ben küçüğüm ama Senin hazinen ve merhametin sonsuzdur. Bak, şu karıncalar susuzluktan yuvalarına giremiyor. Az önce su verdiğim papatya gibi binlerce çiçek soluyor.
Lütfen o dilsiz hayvanların, şu çatlamış toprağın ve masum kuşların hatırına bize rahmetini gönder. Bizi kapından boş çevirme."
Tuana o kadar içten, o kadar samimi dua etmiş ki, yanağından süzülen bir damla gözyaşı kuru toprağa "tıp" diye düşmüş. İşte tam o anda, o kavurucu sıcak yerini tatlı bir serinliğe bırakmış. Ufuktan pamuk gibi beyaz bulutlar koşarak gelmiş. Beyaz bulutlar griye, gri bulutlar rahmet dolu koyu maviye dönüşmüş.
Hasan Dede gökyüzüne bakmış, rüzgarın getirdiği o eşsiz kokuyu içine çekmiş. "Hissediyor musunuz? Samimi bir kalbin, merhametli bir elin duası kabul oldu, rahmet geliyor!" diye bağırmış.
Ve birden, "şıp... şıp... şap şap şap!" diye ilk damlalar yeryüzüne inmeye başlamış. Önce nazlı nazlı, sonra "şarıl şırıl" bereketli bir yağmur yağmış. Tuana kollarını açmış, yağmurun altında dönerken saçları ıslanmış, yüzü güller gibi açmış. Kuruyan dere yatakları suyla dolmuş, toprak suya kanmış.
Tuana o gün anlamış ki; paylaşmak, merhamet etmek ve samimiyetle istenen dua, gökyüzünün en ağır kapılarını bile açan sihirli bir anahtarmış.
Gökten üç rahmet damlası düşmüş: Biri suyunu paylaşan ve içtenlikle dua eden Tuana'nın kalbine. Biri merhamet sahibi olanların hanesine. Biri de her zaman şükreden güzel çocukların üzerine.
Paylaş
Tepkiniz Nedir?
Beğendim
17
Beğenmedim
2
Sevdim
9
Güldüm
1
Kızdım
0
Üzüldüm
0
Şaşırdım
0
